Bırakın sevmeyi, tiksinirim öyle önüme gelen
lokantada yemek yemekten. Yine de, -şeytan
dürttü herhalde- bir is için gittiğim Sirkeci'
de, üstünde Abidin Efendi yazan lokantanın
önünden geçerken, dayanamayıp girdim içeri.
Bir buçuk köfte söyledim. Bir de piyaz. Aman
efendim, o ne biçim piyazmış öyle. Daha mideme
indi inmedi, bir sancıdır tuttu beni. Besbelli
gaz sancısı ya, ne yapsam kar etmiyor. Sodaya
da, kahveye de bana mısın demedi. Karnım
delinecek sanki. İsi gücü unuttum artık,
haldır haldır tuvalet aranıyorum. Sirkeci den
Taksim'e dek, bindiğim üç araçtan inip,
bulduğum beş tuvalete de girdim. Girdim
girmesine ya, o kadar ıkınıp sıkınmama karsın
tıs yok.
Ben böyle kendimle cebelleşirken, avukat Recai
girdi koluma. Zorla bürosuna dek sürükledi
beni. Oturduk. Biraz hoşbeş derken, birkaç
arkadaşı daha geldi. Tam sohbetin koyu yerinde
bizim gaz hazretlerinin özgürlük tutkusu
depreşmesin mi! Buyurun cenaze namazına.
Dışarı çıksam olmaz. Gaz çıksa hiç olmaz.
Kendimi sıkmaktan bütün kaslarım felç
geçirecek. Bir randevum olduğunu söyleyerek
attım kendimi dışarı. Tuvalete filan bos
verdim artık. Yellenmek için tenha bir köse
aranıyorum ama, nerdeee?... İstiklal
caddesinin ortasındayım. Sonunda dayanamayıp
bıraktım kendimi. Bir cayırtıdır koptu. Neyse
ki kimse ne sesin ne de kokunun farkında
değil. Ama ben yine de kıpkırmızıyım.
Aksama doğru alıştım artık. Utanma, sıkılma
kalmadı. Kendime eziyet etmektense,
bacaklarımı hafifçe aralayıp bırakıyorum olur
olmaz yerde. Hanzoluğun daniskası elbette.
Demek ki diyorum insan, böyle yozlasıyor.
Cayır cayır osuruyorum da af edersiniz,
kimsede bir tepki yok.
Otobüse biniyorum, caaarrrt!...İçerisi
haliçten beter. Dolmuşta, durakta, hatta
meyhanede öyle. Kimsede ses yok. Sinirlenmeye
başladım. Birisi çıkıp bir laf etse, ya da
suratımın ortasına okkalı bir yumruk indirse,
memnun olacağım adeta. Sarılıp öpecegim.
Kutlayacağım.
Dert oldu içime. Osuruğa tepki gösterecek bir
zat aranıp duruyorum İstanbul sokaklarında.
Anadolu'dan gelmeleri anladık da, İstanbul'un
yerlilerine ne oldu? Ne oldu o kibar
insanlara?
İnadına gidip, sık giyimli beylerin,
hanımların burnunun dibinde, sesli ya da
sessiz, kokulu ya da kokusuz bırakıveriyorum.
Benim yerime onlar utanıyor, kızarıp
bozarıyorlar hepsi o. Deli olmamak isten
değil. Meğer ne tepkisiz bir toplum olmuşuz da
haberimiz yok.
Bir zamanlar gazetede bununla ilgili bir haber
okuduğumu anımsıyorum. Kasabanın birinde
zabıtalar, bir çobana ceza yazmışlardı,
herkesin içinde yellendi diye. Demek ki,
yasalarımızda, yönetmeliklerimiz de var böyle
bir şey. Öyleyse neden uygulanmıyor? Hemen ilk
gördüğüm iki zabıtanın önüne düştüm.
Önlerinden ağır ağır yürürken, bir yandan da
isimi görüyorum. Farkına bile varmıyorlar. Bu
kez isi daha da ileri götürüp, kalktım
belediyeye gittim. Başkan yardımcısı mektepten
arkadaşım. Güya onu ziyarete gelmişim. Biraz
sonra bir grup artist geldi. Yok efendim bir
kooperatif isleri mi varmış neymiş. Ben
dinlemiyorum bile. Ikınıp sıkınıp, konuşmanın
ortasında caaaaarrt!....Bir üç beş. Hiçbir
hareket yok. Bunlardan da adam olmaz deyip
ayrıldım.
Son ümidim evdekilerde. Doğruca eve gittim.
Bizim oğlanla gelin de yemeğe gelmişler. Oh,
tam benim aradığım fırsat. Planımı en kötü
zamanda, yemeğin ortasında gerçekleştirdim.
Kokuyu duyan, burnunu kıvırıp torunuma dik dik
bakmaya başladı. Bu yüzden ikinci atağı, büyük
bir gürültüyle gerçekleştirdim ki, kaynağı
belli olsun. Herkesin yüzü asildi. Yemek
yemeyi bıraktılar. Ama, kimse birsek söylemeye
cesaret edemiyor. Bense büyük bir iştahla
saldırıyorum tabağıma. Derken suçun üzerinden
kalkmasına oldukça sevinmiş görünen torunum,
3,5 yasin olanca saflığıyla; "madem kakan
varsa neden tuvalete gitmiyorsun dede?" dedi,
"ayıp değil mi?"
Dayanamadım. Kalkıp kucakladım. Gözlerinden
öpüp, "yasasın yeni nesil" diye bağırdım.
Tabii kimse bir şey anlamadı. |